İnsan İmmun Yetmezlik Virüsü (Human immunodeficiency virus; HIV) bağışıklık sisteminin baskılanması sonucunda fırsatçı enfeksiyonlar ile seyreden AIDS (Acquried-immunodeficiency syndrome) tablosuyla karakterize kronik hastalığa yol açmaktadır. AIDS ilk kez 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, ülkemizde ise 1985 yılında tespit edilmiştir.
2016 yılı itibariyle dünya genelinde 1.8 milyon ise yeni vaka olmak üzere, toplamda 36.7 milyon HIV ile enfekte kişi bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanlığı verilerine göre; ilk vakanın görüldüğü 1985 yılından 31 Aralık 2017 tarihine kadar 16201’i HIV ile enfekte, 1651’i AIDS olmak üzere toplam 17884 vaka bildirilmiştir. Ülkemizde HIV/AIDS bildirimi zorunlu hastalıklar listesinde yer almakta olup 1985 yılında ilk vaka bildiriminden bu yana sürveyansı yürütülmektedir. HIV enfeksiyonunun bildirimi sırasında bireylerin kişisel veri gizliliği korunmaktadır. Bu nedenle HIV/AIDS sebebiyle sağlık kuruluşlarına başvuran, tedavi ve testlerini yaptıran hastalarımızın veya yeni tespit edilen HIV pozitif kişilerin kimliği ile ilgili bilgiler kodlanarak bildirilmekte olup kişilerin ad, soyadı ve T.C. kimlik numarası bilgileri alınmamaktadır.
HIV virüsü vücuda alındıktan sonra ilk 1-6 hafta içerisinde akut retroviral sendrom olarak da adlandırılan enfeksiyon tablosu gelişir. Bu dönemde klinik bulgular, HIV enfeksiyonuna özgü olmayıp oldukça değişkendir. Basit bir soğuk algınlığı gibi belirtiler görülebilir. Akut dönem belirti ve bulguları 2-4 hafta içerisinde kendiliğinden kaybolur. Kişi bu döneminden itibaren bulaştırıcıdır. Enfeksiyonun erken döneminde enfekte kişinin kanında virüs bulunmasına karşın antikor ve antijen saptanamamaktadır. Bu dönem pencere dönemi (eklips) olarak adlandırılmaktadır. Vakaların büyük kısmında 6-12 hafta içerisinde virüse karşı antikorlar gelişir. Ancak bu antikorlar hastalığa karşı koruyuculuğu yoktur. Enfeksiyondan sonra 5-8 yıl içinde semptomatik safha gelişir. Kesin tanı laboratuvar bulgularına dayanmaktadır.
HIV ile yapılan çalışmalarda bulaşmanın en fazla cinsel yolla olduğu gösterilmiş olup cinsel yolla bulaşan hastalığı olan kişiler, hem virüsü alma hem de bulaştırma yönünden yüksek bir riske sahiptir. Kan ve kan ürünlerinin transfüzyonu öncesinde rutin HIV tarama testlerinin uygulanması ile kan yolu ile bulaşma oldukça azalmıştır. Tükürük veya gözyaşı gibi diğer sıvılarda az miktarda virüs bulunmasına karşın, bulaşmada rol oynadığını gösteren kesin bir veri bulunmamaktadır. Diğer bir bulaşma şekli ise enfekte anneden bebeğine transplasental (anne karnında ), doğum sırasında veya emzirme sırasında anne sütüyle olmaktadır. Gebelik öncesi hastalık biliniyorsa, kullanılacak ilaçlarla hastalığın bebeğe bulaşması önlenebilir.
HIV enfeksiyonu, HIV pozitif kişilerle aynı iş yerinde çalışmakla, aynı okulda okumakla, aynı ortamda bulunmakla, ortak çatal kaşık kullanmakla, dokunmak ve tokalaşmakla, telefon, kitap, defter gibi araçlar ile bulaşmamaktadır.
Hastalıktan etkin olarak korunmak için enjektör, dişçi/dövmeci ekipmanı, akupunktur, kulak delme iğnesi gibi kanla temas edebilecek keskin aletler kesinlikle ortak kullanılmamalıdır. Güvenli olmayan cinsel ilişkiden kaçınmalı ve cinsel yaşamı aktif kişiler mutlaka koruyucu yöntemler (prezervatif gibi…) kullanmalıdır.
Her hastalıkta olduğu gibi erken tanı ve teşhis hastalığın seyrinde önemlidir.